Tamam bazen iyi geliyor. Şarkı sözünden ziyade üstad şairlerin elinden çıkmış birer başyapıtı andıran sözler bir enstruman kadar etkili. Ve tabi bunun icrası…bahsettiğim Peter Hammill’ın A louse is not a home’u veya Comus’un Drip Drip’i gibi…veya David Byron’ın sahnedeki soytarı duruşunun aksine sesindeki asalet ve tüyleri diken diken eden icrası, yani ona “Davotron” lakabını kazandıran, bir enstrumandan farksız sesi.
Uriah Heep en favori grubum, bana bu UH sevgimi kazandran adam David Byron olsada yinede ben ilk önce müziği tercih ederim. Müzik bir okyanus sunar sana, istediğin sahilden girme imkanı… mod’una göre…ucu bucağı yok. Her dinlediğinde farklı birşeyler hissettirir.
Düşünüyorum da “Embryo”’nun Dreaming Girls’ü nü kaç yüz defa dinledim ve her dinlediğimde neler hissettim. Kısa bir kitap yazarım bununla ilgili. Ya “Firyuza”nın Ashkabad’ı? Wallenstein’ın Manhattan Project’i , “Kolibri” - Winterserenade?, Pell Mell’in Maldou’su, “Kvartetten Som Sprangdes”’in Ganglat Fran Valhallavagen’i….
Bu yüzden bu şarkılar her anımda birşeyler bulabileceğim şarkılar. Haliynen eskimeleri söz konusu değil. Zaten 70’lerin veya progressive müziğin farkı ve kalıcılığının nedeni bu değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder