Genelde müzisyenlerin başarısı taklit edilip edilememeleri ile ölçülür. Zor taklit ediliyorlar ise büyük usta oluverirler. Bu bana biraz yavan geliyor açıkça. Birinin birşeye diğerlerinden daha öte yeteneği olması etkileyici ama bunu öne çıkaracağım diye grubu ve müziği piç etmekte bir o kadar sıkıcı. Rob Halford’u çok severim ama Judas Priest’i daha çok severim. Kabul bir Rock vokaline göre oktav manyağı bir sese sahip. İyi de bunu bazı albümlerde bu kadar tiz hali ile gözümüze sokmanın anlamı yok. Kaldı ki kalın tonlarda kullandığı sesi belki tizden daha etkileyici. İlk albümleri Rocka Rolla’da ki “Dying to meet you” nun ilk bölümü gibi...Satriani başka bir örnek. Olup olmadık yerlerde hızlı çalabilme yeteneğini teşhir etme güdüsü müziğin önüne geçmiyor mu?
Benim için bir “tarz” ı taklit etmek çok daha zor bir iş. Yeteneği bir tarza döndürebilen müzisyenlerden bahsediyorum. Ritchie Blackmore, Keith Moon, Jimi Hendrix, Peter Hammill, Robert Fripp, Arthur Brown, Thijs Van Leer, Gary Thain, Vincent Crane, David Byron,Inga Rumpf,... Saydıklarım ve daha sayamadığım birçoğu çaldıkları grupların önemli birer elemanı olmalarından çok gruplara ruh ve tarz vermiş kişiler. Bu özellik onları diğer müzisyenlerden ayıran başlıca unsur. Keith Moon’u The Who’dan çıkarsanız ne olur bilemiyorum ama bildiğim şey onsuz The Who’nun böyle bir başarıya erişemeyeceği... David Byron’ın Uriah Heep’ten gitmesini (atılmasını) Ken Hensley “Hem kendi hem de bizim kariyerimizi bitirdi” olarak yorumladı zamanında...
Bu müzisyenlerin başka ortak noktası ise birçoğu müzikteki başarıyı hayatlarına yansıtamamış, veya karışık, anlaşılmaz, uç hayatlarını müziğe yansıtmış kişiler. Hangi açıdan bakarsanız bakın bazılarının hayata tutunmaları hiç kolay olmamış. Zaten taklit edilemiyor olmalarının nedeni farklı olmaları değil mi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder