Progressive rock’ın doğuşunu anlayabilmek için biraz daha öncesine gitmek gerekir. Hatta ta William Burroughs’lara, Jack Kerouac’lara, Ginsberg’lere kadar…Beat kuşağı, her nekadar bizdeki anlamı ile dünyada kullanılan anlamı farklı olsada bizim tanımımıza göre “Beatnik” leri doğurdu. Aykırı, gelecek kaygısı olmayan, hiçbirşeyi umursamayan, sex’e geniş açı ile bakan, uyuşturucu ve alkol düzleminde yaşama tutunmaya çalışan bir kitle… kısaca toplumu bir düzen(!)de tutan ne varsa aksini yapan bazılarının tanımlamasına göre “aşağı tırmananlar”…
40’lar ve 50’lerde filizlenen Beatnik’ler ve Hipster’lar kendilerinden sonra gelen kuşağı tahmin edemeyecekleri boyutta etkilediler. Daha öncede söylediğim gibi müzik, hayat tarzı ve yaşanmışlık ile tarihin çeşitli vakitlerinde değişime uğramış ve popular kültürün aynası olmuştur. Bu etki, özellikle 1942-49 yıllarında doğan gençler de yoğun olarak görüldü.
O dönemin müziğine baktığımzda Jazz, Blues, Bop, Rock’n Roll, önde gelen popüler kültürlerdi. Dönemin gençlerini etkileyecek ve etkileyen müzik tarzları bunlardı. Ancak gençlik, olanı taklit etmekten ziyade kendilerine özgü birşeyler yapmayı tercih ettiler. Bu “birşeyler” biraz daha basit, biraz daha sert ve biraz daha aykırı olacaktı…Bu anlayış o dönemin 2 ülkesinde ağırlıklı olarak yeşerdi. Amerika ve İngiltere…Bu dönem ile birlikte bu 2 ülke uzunca bir süre müzikal anlamda bir çekişmeye girdiler. İngiltere biraz daha hızlı olan taraftı. 60’ların ilk yarısında Beatles’ın önderliğinde,The Yardbirds, Rolling Stones, The Animals, The Kinks …gibi gruplar ortaya çıktı. Özellikler Yardbird’s Rock müzik tarihinin en önemli okullarından biri oldu. Jimmy Page, Eric Clapton ve Jeff Beck gibi ustaların yetiştiği bir okul…Rolling Stones ve Beatles’ın eriştikleri konumdan bahsetmeye gerek yok zaten.
Amerika, 60’ların ortasından itibaren bu yarışa ortak oldu. Velvet Undergound, The Doors, her ne kadar ününü İngiltere’de bulsa da Jimi Hendrix, Janis Joplin, Jefferson Airplane,13th Floor Elevators…vs. bu dönemin önemli isimleriydiler. Amerika “aykırılığı” çok çabuk keşfetti. Bir gün Jefferson Airplane’in vokalisti Grace Slick, Beyaz Saraya davet edildiği bir partide Amerikan başkanı Nixon’ın içkisine LSD atma amacı ile uzun tırnağının içinde içeri uyuşturucu sokmaya kalkıştı. Ancak grubun şarkı sözlerinden (genelde grubun şarkı sözleri uyuşturucu ve sex ile ilgiliydi ve çoğunu o yazardı) dolayı ismi FBI listesindeydi ve içeri girmesi güvenlik tarafından engellenmişti. Grace Slick’in bir cümlesi gençliğin düşünce yapısını ortaya koyuyordu. Beatles’ın “I wanna Hold your hand” şarkısına cevaben “tabiki onun elini tutmak istemiyorsun, onu becermek istiyorsun” diyordu. Tüm bunları düşünürsek müziğin aykırılıktan doğduğunu rahatça görebiliriz. Bu saydığım isimler ve gruplar müzikleri ile birlikte aykırı yaşam tarzları ile de öne çıktılar. 27 yaş sendromu (ölümleri) Rock tarihine Amerikan müzisyenlerinin armağan ettiği bir lanet oldu.
Amerika dolu dizgin giderken İngiltere henüz Rock’n Roll’dan sıyrılamamış, tam anlamıyla birşeyler yerli yerine oturmamıştı. 60’ların ortalarında İngiltere’de bazı şeyler değişmeye başyadı. The Who ve Cream gibi çok önemli gruplar kuruldu. Grup müziği dışında bireysel yetenekli müzisyenlerde kendilerini göstermeye başladılar. Sadece bu 2 grupta Keith Moon, Eric Clapton, Pete Townsend, Ginger Baker gibi önemli virtüözler mevcuttu.
Işin siyasi ve toplumsal boyutuna bakar isek, gençliğin Vietnam Savaşına olan karşıtlığı beraberinde barış yanlılığını, dünyayı değiştirme güdüsünü, uyuşturucu ve seks’in serbestliği, kısaca limitleri olmayan bir özgürlük anlayışını doğurdu. Yani “Çiçek Çocuklar”ı… Gençlik kapitalist düzeni protesto ediyor ve bu düzenin oluşturduğu toplum anlayışına karşı çıkıyordu. Bir “Underground Kültür” doğuyordu. Bu özgürlük anlayışı ve Albert Hofmann’ın keşfettiği halisünatik/Psychedelic etkileri olan LSD kullanımı gençlik arasında çok popular olmaya başladı. Zaten bu döneme “Psychedelia” denmesinin altında yatan esas neden LSD tribinin yaşattıklarıdır.
Gençliğin eğilimi ve düşünce tarzının müziklerini etkilemesi kaçınılmazdı. 1966 yılında bir İngiliz grubu olan Pink Floyd, Syd Barrett önderliğinde ilk albümünü çıkardı; The Piper at the gates of Dawn”. Müzik farklıydı, sözler değişikti, bir formu yokt, kaotikti, içseldi, hiç bir tarza uymuyordu. Ancak kesin olan birşey müziğin son derece özgür ve bilinen kalıpların dışında olduğu idi. Beatles bile müziğin bu değişiminden etkilendi. Onlarında LSD ile tanışmaları ve belki de kariyerlerinde yaptıkları en iyi album olarak görülen “Sgt. Pepper's Lonely Hearts Club Band” in çıkışında önemli bir etken oldu.
1966-69 psychedelia yılları tüm dünyayı etkiledi. Birçok ülkede “kendilerine özgü” Underground kültür doğdu. 1968’de Almanya’da Essen festivali bunun en iyi örneklerinden biridir. Daha sonra “Krautrock” olarak adlandırılacak underground kültürün seyirci ve dünya ile ilk buluşmasıydı. Bu festivalde Amon Düül, Roedelius, Tangerine Dream gibi avant-garde, psychedelic grup ve müzisyenler boy göstermiş ve seyirci tarafından çok beğenilmişlerdir.Bu dönemin Türkçe yorumuna Taner Öngür “Anadolu Pop” adını koymuştur. Erkin Koray, Cem Karaca, Barış Manço, Moğollar, Grup Bunalım…vb. Bu dönemin dünyaca bilinen Türk grup ve müzisyenleri oldular.
İşin İngiltere bacağında Fairport Convention, Small Faces, The Crazy World of Arthur Brown…gibi psychedelic gruplar kuruldu. Amerika tarafında saydıklarım dışında, Ford Theatre, Dragonwyck, Grateful Dead, H.P. Lovecraft, Vanilla Fudge..gibi gruplar vardı. Bu arada Arthur Brown’a biraz değinmek gerekiyor. Kendisi dönemi en iyi anlatan örneklerinden biri olmuştur. Ilk albümü olan “The Crazy World of Arthur Brown” da sonradan Emerson Lake & Palmer ile daha büyük bir üne kavuşacak olan Carl Palmer ve aynı şekilde Atomic Rooster’da çok popular olacak olan klavyeci Vincent Crane vardı. Arthur Brown iyi bir Hristiyan olsada albümdeki sözler şeytan’dan, ateşten, cehnnemden bahsediyordu. Grubun sahne performansı dah da ilginçti. Arthur Brown sahneye uzun pelerin, yüzünde boya ve maske, kafasının tepesine, şakaklarından çene altına doğru tutturulan, yanan bir meyva süzgeci ile çıkıyordu. ..sahnede “I am the God of Hellfire and I bring you fire…” sözleri ile kendine özgü dansı icra ediyordu. Tüm İngiltere onun müziğinin Kraliçe tarafından yasaklanacağına kesin gözü ile bakıyordu. Arthur Brown, concept mantığını albumün ve müziğin dışına, başka bir boyuta taşıyordu, hem de korkusuzca. Aynı duruma başka bir örnek Amon Düül 2 nin 1969 yılında çıkardığı ilk albüm olan “Phallus Dei” de görebiliriz. Phallus Dei Almanca: Tanrının penisi demektir.
Concept albümlerin ilk kırıntılarını her ne kadar 60’ların başında The Ventures’da görmüş olsak da, albümlerinde tam bir günü anlatan Moody Blues’un Days of Future Past bu tanımın en önemli albümü olmuştur.
(Ara bir bilgili olarak 1968 ve 1969 yılları “Hard Rock” veya “Heavy progressive” olarak adlandırılacak olan çok önemli İngiliz gruplarının kuruluş yılları olmuştur. Bunlar Deep Purple, Led Zeppelin, Uriah Heep ve Black Sabbath’tır. Bu gruplar aslında The Who ve Cream ekolünün, Led Zeppelin hariç, “klavye” eklenmiş hali ile devamı gibidir. Rock müzik tarihinin birçok önemli isimi bu gruplarda çalmıştır. 70’ler diyince akla gelen ilk gruplar olmuşlardır.)
Tüm bu müzikal gelişmeler 1969 yılında King Crimson’ın çıkardığı “The Court of the Crimson King” ile farklı bir boyuta taşındı. Bu album Psychedelia döneminin gruplarını da içine alacak olan daha büyük bir başlığın, Progressive Rock’ın doğuşun ilk ürünüdür. Bu tarihten sonra dağınık gezinen fikirler düzensilik içerisinde belli bir düzene oturacak ve ne olduğu daha bilinen albümler ortaya çıkacaktı.
Artık bundan sonraki yazıda Progressive Rock'a geçeceğim. Prog Rock'ı anlatmak ve anlamak için Psychedelia dönemine mutlaka değinemem gerekiyordu.