Gezi Parkı olayları hala devam etmekte ve çok enteresan gelişmeler
yaşanmakta. Ben de dahil kimse böyle bir “yeter!” patlaması beklemiyordu. Gazı
yedikçe, şiddete maruz kaldıkça ses daha çok çıkmaya daha da gürleşmeye
başladı. En önemlisi de korku eşiği kırıldı. “aman oğlum, eyvah kızım”
telkinler ile büyüyen nesil dahi üzerini kapatan o kaya sertliğindeki kabuğunu
paramparça etti. Thomas Jefferson’ın bir lafı var: “Halk, hükümetinden korktuğu
zaman tiranlık; hükümet, halkından korktuğu zaman özgürlük vardır”
E tabi işin içinde özgürlüğe doğrultulan büyük bir tehdit var.
Belki yarın itiraz etmek için çok ama çok geç olacak. Yarın belki kursağımızdan
geçecek alkolün hesabını soracaklar. Belki doğum için izin ister hatta
yalvarıyor olacağız. Yarın belki nasıl yürüyeceğimize, nerelere gideceğimize,
kimler ile konuşacağımıza, hatta nasıl davranmamız gerektiğine karar
verecekler. Belki kıyafet için icazet alacağımız günler gelecek... İnsanoğlu
doyumsuz ve arsızdır. Gücü ele geçirince, hele ki bir de insani vasıfları
yeterince gelişmemiş ve ilkel biri ise, tüm dünyayı kendi isteği kendi egosu
doğrultusuna sokmak ister. Artık para eşiği kırılmış, bunun bir adım ötesine
yani “sınırsız güce” sahip olmaya çalışır. Bunu için her şeyi ama her
şeyi yapar...
Bugünlerde gördüğümüz tam da budur. Halkı koruması gerekenin halka
zulmettiği, halkın vekili olması gerekenlerin halka savaş açtığı, besledikleri
anlamsız nefret ile yalan- iftira- ihanet üçgeninde halkı halka kışkırtarak iç
savaş alarmının verildiği, halka açık alanların halka karşı korunduğu enteresan
günler yaşıyoruz. Yalan üstüne yalanların döndüğü, tehditlerin havada uçuştuğu,
ayak parmağını sehpa köşesine çarpan “acımadı kiii.. acımadı kiii..” misali
5 yaş çocuk tepkisi veren, ancak acından gözünden yaş gelen Belediye
Başkanlarının olduğu bir ortamdayız. Zorla “beni dinleyeceksiniz!” mitinglerine
sürüklenen insanlar, kitleler gördük. TV kanallarının eğik duruşu midemizi
bulandırdı...
Hesap edemedikleri şu oldu: örgütlenme, demagoji, oy toplama
faaliyetleri, katakulli...vb. gibi konularda ne kadar başarılı olsalar da iş
“akıl oyunlarına” geldiğinde çuvalladılar. Çünkü başkaldıran kafası zehir gibi
çalışan ve ne istediğini bilen: Halk’ın ta kendisiydi. Yapmaya
çalıştıkları tüm oyunlar en sonunda Zaytung’da dalga konusu oldu. Yemedi
kimse...Kola kutusuna bira demeye çalıştılar olmadı; Halka CHP dediler yemedi;
Toma ve molotofun başrolde olduğu tiyatroyu gerçek diye yutturamadılar,
alkışlamadık oyunu çünkü oyunculuk berbattı; terörist dediler sonra kendileri
bile utandılar; dış mihrak dediler tutmadı...olmadı işte. 100 tane çıplak
adamın bir başörtülü kadının üzerine işemesini veya camide grup sex yapılmasını
duyunca, sallarken inandırıcı olamadıklarını, yaratıcı olmaya çalışacağız diye
saçmaladıklarını deneyimledik. Freud ne demiş: "Birinin yalan söylemesine
kızmam da yalan söylerken yakalanacak kadar salak bir insanın beni kandırmaya
çalışmasına kızarım"
Sevgisizliğe karşı Sevgi ile, biat etmeye akıl ile cevap verilen bir dönemden geçiyoruz. Gezi parkı, o deneyimi yaşayanların hayatlarında büyük bir dönüm noktası oldu. Yan yana gelemeyenler kol kola dans etti. Birbirlerine küfür edenler üzerlerinde ki formaları değiştirdi. Farklı şehirlerde ki insanlar birbirlerine temas etti. Tahammülsüzlük yerini saygıya bıraktı. İnsan “öz” ündeki tüm değerlerin özgür kaldığı bir karnaval oldu. “Ütopya” oldu. Devlet büyüklerinin ısrarla “ayrışın, kutuplaşın!” diktesine, kenetlenerek cevap verdi. İlk defa “sen kimlerdensin?” lafının geçmediği, paranın anlamsızlaştığı bir yer oldu gezi. Kolluk kuvvetleri olmadığında, yöneticiler müdahale etmediğinde inanların kavga etmediğini aksine birbirine sarıldığını gördü herkes. Ama bu yaşananlar bugünün dünya anlayışına oldukça ters. “Güç”ü elinin altına almak isteyenlerin hiç istemediği şeyler yaşandı. Bozulmalıydı...her ne pahasına olursa olsun dağıtılmalıydı. Karanfili tazyikli su ile yıkamaya çalıştılar. Demokrasiyi biber gazı ve cop ile sağlamaya çalıyorlar. İşi “bizden-sizden” e getirip “biz sizi döveriz” diyorlar. Tahminim daha da sertleşecekler. Fark etmez...ne demiş Nietszche “beni öldürmeyen şey güçlendirir”
İleride bu günleri anarken Cumhuriyet Tarihinin belki de en büyük
uyanışını, özgürlük arayışını anlatıyor olacağız çevremize. “işte bizde
oradaydık, tanık olduk herşeye...” diyeceğiz. Biri ile yolda yürürken
omuzlarımız çarpıştığında yumruk kaldırmak yerine “özür dilemeyi” bu günlerin
mirası olarak anacağız...Marquez ne demiş: “Benden nefret edenlerden
nefret edecek vaktim yok. Çünkü ben, bana değer verenleri sevmekle meşgulüm”